AGU

Şubat 6, 2024Ahmet Konukoğlu


Anne rahmine düştüğümüz andan itibaren başlıyor dinleme serüvenimiz. Biyolojik alt yapımız tamamlanıp kulaklarımız işitmeye uygun hale geldikten sonra – ki bu da yaklaşık 4 ayı buluyor – dışarıdaki tüm sesleri fetüsteki sıvı yardımıyla duyabildiğimizi biliyoruz. Şahsen ben o zamanları çok –daha doğrusu hiç – hatırlamıyorum. Zamanı gelince dünyaya teşrif ediyoruz. Teşrif diyorum çünkü bizi bekleyenler ilk başlarda hayatlarındaki en önemli şeyle karşılaşmışlar gibi davranıyorlar. O kadar önemliyiz yani. Ancak kısa bir süre sonra sakallı, bıyıklı, gözlüklü insanlar (ki sanırım babamız, amcamız, abimiz olur kendileri) avuçlarının arkasına sakladıkları yüzlerini birden bire karşımıza çıkarıp “İCCİK” diye bağırınca bir kahkaha, bir kahkaha sormayın gitsin. Nerde kaldı o ciddiyet, o önem? Hepsi gitti ve geriye bir tek “İCCİK” denilince kendinden geçen o sevimli varlık kaldı. Zaten hayatımızın da simülasyonu değil midir bu? Önce göklere çıkarıp sonra da maskara ederler adamı! Neyse, ne diyorduk? Dünyaya teşrifimizden yaklaşık 6 aya kadar anlamsız sesler çıkarmaya başlarız. Dikkatinizi çekerim doğumdan önce yaklaşık 5 ay, doğumdan sonra yaklaşık 6 ay dinleyip, yani toplamda 1 yıl kadar sadece dinleme yapıp ve ardından da “AGU” deriz! İnanabiliyor musunuz, onca dinlemeden sonra sadece “AGU” dedik? AGU abicim AGU! ADALET değil, İNSANLIK değil, LİYAKAT değil… Sadece AGU!

Aslında bu bahsettiğim yarı şaka yarı ciddi şey hayatın acı bir gerçeği. İnsan tabiatının kanunu. Malumunuz, bir dili öğrenirken 4 temel beceri üzerinden gidilir – Dinleme, konuşma, okuma ve yazma. Ne dedik? 1 yıla yakın dinleme yap. Sonuç? “AGU”. O bir sözcüğü çıkarabilmek için ne kadar düzenli bir girdi yani dinleme yapmamız gerektiğini anladık sanırım. İngilizce öğrenirken farklı bir şey yaptığınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dinlemeden, konuşamazsın. Net. Anla, anlama; ama dinle. Ne olursa olsun dinle. Anlama sonraki iş. Hiç değilse kulağın alışsın, telaffuzun düzgün olsun.

Bunu anlatmam lazım. Ben çok dindar bir insan değilim. Ancak bazen ruhum sıkıldığında böyle sesinin rengini beğendiğim, kıraati muhteşem hafız İshak Danış hocadan farklı kuran tilavetleri dinlediğim olur. Bundan birkaç yıl önce yine İshak hocanın okuduğu İsrâ suresine denk gelmiştim. Beni o kadar etkilemişti ki her sabah evden işe giderken mutlaka bir kez dinliyordum. Surenin 14 dakikalık kısmının okunduğu bu tilaveti sabahları dinlerken ben de elimde olmadan hocaya eşlik ediyor, onun gibi söylemeye çalışıyor ve hatta nefesimin yetmediği yerde nefes tazeleyip kaldığım yerden devam etmeye çalışıyordum. Yaklaşık bir ay geçmişti ve yine aynı sureyi dinliyordum. Trafikte ilerlerken kendimi sureyi okurken buldum. Hem de sesimi İshak hocanınkine benzetmeye çalışarak okuduğumu fark ettim. Ne olduysa aracımın radyosunda bir sorun olmuş ve ses kesilmişti. Anlayacağınız; iş başa düşmüş oldu. Tek fark ettiğim şey 10-15 saniyelik o boşlukta istençsizce sureyi kaldığı yerden alıp radyodan tekrar ses kalana kadar okuyabildiğim oldu. İşte o an benim kariyerim için çok önemli bir şey meydana geldi. O ana kadar kitaplardan okuduğum, derslerden dinlediğim bilgileri öğrencilerime olduğu gibi aktarıp “İşte bakın bol bol dinleme yapmak dil öğrenmede çok önemli” diyordum. Ancak, o an anladım ki ben o kitaplarda yazan şeyi yaşadım, tecrübe ettim. Aslında işte ben o gün öğretmen oldum.

Uzun lafın kısası; dinleyin. İşin doğasına aykırı davranamayız. Bazen kafanız karışabilir. Acaba ben yabancı bir dil öğrenirken şunu yanlış mı yapıyorum diye… Durun ve hemen küçüklüğünüzü veya kardeşinizin, çocuğunuzun bebekliğini, çocukluğunu düşünün. Onlar nasıl öğrendiler konuşmayı? O bir AGU’yu çıkarabilmek için kim bilir kaç defa dinlediler sizlerin maç yorumlarını, siyaset tartışmalarınızı, boş boş açık kalan televizyonu, sokaktan geçen overlokçu anonsunu, bahçede oynayan diğer çocukları, sizlerin telefonda yaptığı iş görüşmelerini, dedikoduları? Bu liste devam eder gider. Sonra bir bakarsınız ki bir AGU ile başlayan hayal kırıklığımız (!) çok kısa bir süre sonra bir daha hayatı boyunca durmayacak olan bir konuşmaya dönüşmüş. O yüzden merak etmeyin. İki kulağımız ve bir ağzımız bu yüzden var. Önce dinle, iki kat dinle, on kat dinle; sonra konuşabilesin diye…

Bir yanıt yazın